Aksa Tarihi

Selçuklular ve Mescid-i Aksa

(1071-1099) - Kudüs’te 28 yıl boyunca Selçuklu Türkleri hizmetle şereflenmişlerdir. Bu dönem Selçuklular’ın en geniş sınırlara ulaştığı, iktisadî ve kültürel bakımdan inkişafa geçtiği en parlak devirleridir. Bu durum Selçuklu idaresindeki Kudüs’e de aksetmiştir. O dönemde Kudüs kültür ve eğitim merkezi olmuştur. Çok sayıda âlim eğitim almak veya ders vermek amacıyla Kudüs’e gelerek yerleşmiştir. Din âlimleri için Kudüs’ün sakin, huzurlu ve düzenli hayatı şehri cazip kılmıştır. Selçuklular zamanında Kudüs’te adalet, emniyet ve hoşgörü hâkim kılınmış, kültürel ve iktisadî ilerleme yaşanmıştır. Diğer traftan Anadolu’da Türk fetihleri devam ederken diğer taraftan Suriye ve Filistin’de ilerleyen Selçuklu Türkler’inin bölgeye yerleştikleri görülmektedir. Böylece Selçuklular’ın bu adımı, Fâtımîler’in yıllardır İslâm dünyası üzerindeki planlarının bozulması için önemli bir başlangıç olmuştur. Mısır’da yaşanan isyanlar, vezirlerin halifelerin iktidarına ortak çıkmaları, 1060’dan itibaren artan kuraklık ve kıtlığın meydana getirdiği sıkıntılar sebebiyle bütünlüğünden çok şey kaybeden Fâtımîler’in Suriye ve Filistin’deki egemenliği zayıflamıştı. Bu durum Selçuklular’ın Kudüs’ü fethini kolaylaştıracaktı. Nitekim fetih ve genişleme hareketini batı yönünde devam ettiren Selçuklular, 11. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Suriye ve Filistin topraklarında fetih harekâtına giriştiler. Nihayet Selçuklu emîri Kurlu Bey liderliğinde Filistin’e gelen Nâvekiyye Türkmenleri, Kudüs’e yaklaşık 50 km. mesafedeki Remle’ye yerleştiler.

(1069/1070) Kurlu Bey’in vefatından sonra Türkmenler’in başına geçen Selçuklu emîri Atsız, Filistin’in fethini tamamlamak üzere tarihî bakımdan önemli ve merkezî bir statüye sahip olan Kudüs’ü kuşattı. Atsız, tıpkı Hz. Ömer gibi kan dökmeden, halkın can ve mal güvenliği konusunda eman vererek şehre girdi. İdaresine son verdiği şehrin Fâtımîler’e bağlı Türk asıllı valisinin canını bağışlayacağını ve ona ıkta vereceğini bildiren andını tutarak Kudüs’e Selçuklu Türkler’inin adalet ve selamet sancağını dikti. 1071’de Selçuklular tarafından fethedilen Kudüs’te Abbâsî halifesi ve Sultan Alp Arslan adına hutbe okunmaya başladı. Kudüs’te çeyrek asırdan fazla sürecek Selçuklu hâkimiyeti başladı. Selçuklular’ın Kudüs’te hüküm sürdüğü dönem hakkında bu zamana kadarki çalışmalara baktığımızda genellikle siyasî hadiseler çerçevesinde değerlendirmelerin yapıldığı görülmektedir. Bununla birlikte bazı tarihçilerin, dönemin kaynaklarını nazar-ı dikkate almadan, tarafsızlıktan uzak, görmek istedikleri doğrultuda konuyu kaleme aldıkları anlaşılmaktadır. Bu tarihçiler tarafından İslâm hâkimiyeti dışında, özellikle Haçlı seferleri sırasında şehrin maruz kaldığı acı tabloyu Türk-İslâm dönemine yansıtma durumu söz konusu olmuştur. Selçuklu yönetiminin Filistin tarihinin en karanlık dönemlerinden biri olduğunu mesnetsiz açıklamalarla tanımlamaya çalışmışlardır. Kudüs’ün fethinden itibaren Atsız’ın benimsediği tutum ve takip ettiği siyaset, Selçuklular’a atfedilen iddiaların geçersizliğinin ve doğru olmadığının en güzel ispatı ve delilidir.

Atsız, Kudüs’ü fethettiğinde şehrin yağmalanmaması, hiç kimseye ve hiçbir şeye herhangi bir zarar gelmemesi hususunda vermiş Zekeriyâ Mihrabı’nda üstü kapatılan Selçuklu kitabesi olduğu sözün yerine getirileceğini derhâl münadiler vasıtasıyla herkesin duymasını sağladı. Bunun üzerine şehir içinde bulunan mallara dokunulmadı. Ayrıca halkı ve mallarını korumak amacıyla muhafızlar tayin ederek her türlü emniyet tedbirinin alınması için çalışmalarda bulundu. Emîr Atsız, 1076-77’de (h. 469) başarısızlıkla sonuçlanan Kahire seferinden döndüğünde Kudüs’teki Arap askerî ve mülkî amirlerinin isyanıyla karşılaştı. Hutbeleri Şii Fâtımî halifesi adına okutmaya başlayan isyancılar, Atsız’ın Kudüs’te bulunan adamlarına, ailesine, yerine bıraktığı vekillerine kötü davrandılar ve şehre girdiğinde ona başkaldırdıklarını, itaatten çıktıklarını gösterdiler. Bunun üzerine Atsız, asileri tedip etmek amacıyla isyana katılan suçluları öldürttü. Yalnız Kubbetü’s-Sahra’ya kaçanlar mal ve para ödemek karşılığında bağışlandılar. Atsız’ın ikinci defa Kudüs’te kontrolü ele aldığı, asayiş ve sükûneti sağladığı bu hadiseyi İbnü’l-Esîr anlatmaktadır.

Selçuklular hiçbir zaman fanatik olmamışlar, kendilerini iktidar hevesi ve coşkusuna kaptırmamışlardır. Nitekim 471/1079 yılında Atsız’ın ölümünün ardından Suriye ve Filistin şehirlerinin hâkimi olan Melikşah’ın kardeşi Tâcüddevle Tutuş’un Dimeşk’i (Şam) ele geçirdikten sonra şehrin sakinlerine çok iyi davrandığı ve adaletle hükmettiği bilinmektedir. Tutuş, Kudüs’ü teslim aldıktan sonra ıkta olarak Alp Arslan ve Melikşah döneminin başarılı ve değerli kumandanlarından Emîr Artuk b. Eksük’e verdi. Kudüs’te bulunan Atsız’ın dayısı, eşi ve kızı buradan ayrılarak Bağdat’a gittiler. Yönetimde ise Atsız tarafından görevlendirilen Turmuş (Durmuş) Bey bulunuyordu. Artuk Bey beraberindeki para, mal ve ailesiyle birlikte Kudüs’e gelerek sorunsuz bir şekilde şehrin idaresini teslim aldı. Adamlarını ve ailesini Kudüs Kalesi’ne yerleştirerek burayı kuvvetlendirdi. Tutuş ve Artuk Bey’in yönetimi altındaki topraklarda barış ve huzurun sağlanmasına yönelik bir politika takip edilmiştir. Onların adil ve tarafsız yönetimleriyle aldıkları övgüler dönemin kaynaklarına yansımıştır.

Son zamanlarda Kudüs’te Selçuklular dönemine ait Artuk Bey tarafından yaptırıldığı ileri sürülen bir kitabenin varlığı tespit edilmiştir. Kudüs’te Selçuklu idaresinin en önemli somut belgesi olan bu kitabe, Mescid-i Aksâ’nın 2007 yılındaki tadilatı sırasında ortaya çıkarılmıştır. Bugün Zekeriyâ Mihrabı olarak bilinen, Mescid-i Aksâ’nın doğu tarafındaki küçük bir odanın güney duvarındaki mihrabın üzerinde bulunmaktadır. Kitabenin Mescid-i Aksâ’nın tamir ve tadilatı vesilesiyle 1083 veya 1084 tarihinde yazıldığı anlaşılmaktadır. Arapça dört satırdan oluşan kitabenin sağ tarafındaki yazılar çok belirgin olmasına rağmen sol yarısı aşındığı için okunamamaktadır. Kitabenin ikinci kısmının kasıtlı olarak mı bozulduğu konusuna açıklık getirilememektedir. Kitabenin üzerinde üç kişinin ismi bulunmaktadır. İlk

olarak Abbâsî halifesi Ebu’l-Kāsım Muktedî bi-Emrillâh’ın, ikinci olarak Tutuş’un ve sonra vezir Fahrü’l-Meâlî’nin ismi yer almaktadır. Adı geçen vezirin Nizâmülmülk olduğu düşünülmektedir. Kitabenin yazılış tarzı ve üslubu Selçuklular’ın Şam’daki cami kitabeleriyle benzerlik göstermektedir. Bu bağlamda Suriye coğrafyasında, Selçuklu hâkimiyetindeki şehirlerde halifenin, sultanın ve vezirin adlarının yer aldığı kitabelerin yazımında temsil edilen bir Selçuklu siyaseti olduğu anlaşılmaktadır.

Artuk Bey’in ölümünden sonra Kudüs’ün idaresi oğulları Emîr İlgāzî ve Sökmen’e intikal etti. İlgāzî ve kardeşi Sökmen, bölgenin hamisi olan Selçuklular adına Kudüs’te yönetimi kendi uhdelerine aldılar. Suriye’nin kuzeyindeki siyasî ve askerî olaylara katılmalarından dolayı Kudüs’te bulunamadıkları zaman da yerlerine atadıkları naipler vasıtasıyla şehrin idaresini yürüttüler. Kudüs’ün yönetimi hususunda iki kardeş arasında çekişme olup olmadığına dair kaynaklara yansıyan herhangi bir bilgi mevcut değildir.