İslam geleneğinde bir ibadethaneden çok daha fazla anlam ifade eden Mescid-i Aksa, aynı zamanda açık hava tarih müzesi denecek kadar çok sayıda eseri de bünyesinde barındırmaktadır.
Tarih boyunca birbirine rakip birçok medeniyet bu mübarek topraklara sahip olmak için savaşmış, başarılı olduklarında ise bu mekânda iz bırakabilmek için ellerindeki tüm imkânları seferber etmiştir. İnsanlık tarihi kadar geniş bir geçmişi olan Beytülmakdis'te bu sebeple her milletten, her inanç sisteminden izler bulmak mümkündür.
Gerek doğal afetlerden sonra yapılan inşa faaliyetleri gerekse fetihlerden sonra görülen kendi medeniyetini yansıtan imar ve ihya faaliyetleri nedeniyle sanatkârlar bu mekânda hünerlerini gösterme imkânı bulmuştur. Sonraki dönemlerin ustaları ise bu dini yapıları ve sanat eserlerini kendi medeniyet tasavvurlarına uyarlamışlardır. Bu sebeple Mescid-i Aksa külliyesinde her adımda karşınıza eski çağların bir izi çıkar. Bunların en basiti üzerinde yürünüp giden “Kudüs taşı” ndan yapılmış yer karolarıdır.
Bu taş yapıların en meşhurları ise Kıble Mescidinin batı tarafındaki platoda bulunan muhtemelen putperest Romanın Jüpiter tapınağından kalma yükseklikleri 50-60 cm.'lik taş sütunlardır. Dayanıklılık ve kalitesinden olsa gerek bu ve benzeri malzemeler bir kez Beytülmakdis girdiklerinde tekrar çıkmamış, her yeni gelen medeniyet değiştirerek/ dönüştürerek bu taşları kullanmıştır.
Jüpiter tapınağının bazı kalıntıları haçlılar eliyle kilise inşaatında kullanılırken, onlardan kalan hayvan figürleri içeren oyma taşlar biraz modifiye edilip Müslümanlar tarafından Ömer Mescidinin mihrabına yerleştirilmiştir.